30 Eylül 2020 Çarşamba

SIFIRDAN HAYATA TUTUNMAK - SAiT TÜREN

 


Merhaba. Kelimelerin sihrine sığınarak üç bölümlük yazının son bölümü ile Sait Turen' in hayat hikayesini  bugune bağlamayı dusunuyorum.  İlk iki paylaşımı okumadiysaniz aşağıdaki linkten paylaşımıma ulaşabilirsiniz.

https://sevdajoyful.blogspot.com/2020/08/bulgaristan-dan-turkiye-ye-uzanan-bir_27.html

https://sevdajoyful.blogspot.com/2020/09/universite-egitiminden-mahpusluga-giden.html


Ceza evinden çıktıktan sonra askerlik görevini yerine getiren Sait Türen, 29 yaşında hayata sıfırdan başlamak için adım atar. Hayatın içine dahil olma çabasında karşılaştığı en büyük engel iş başvurularında daha önce nerede çalıştığınız sorusu olur. Birkaç işyeri deneyiminden sonra ticareti dener fakat istediği sonucu alamaz. Son çare İstanbul' da yaşayan çocukluk arkadaşı Cemal ile iletişim kurmaktır. Çocukluk arkadaşı  ile olan iletisimi hayatında yeni bir sayfa açmasına vesile olur ve İstanbul' da bir holdingin reklam malzemeleri üreten firmasında yöneticilik yapacak birinin arandığını, bu işin kendisine verilebileceğini öğrenir.


11 Temmuz 1989, İstanbul' da, Taç Holdingin bünyesinde Pazarlama Müdürü olarak çalışmaya başlar. Merter' de çalışıp Bağlarbasi' nda yaşamanın tüm zorluklarını göğüsler. Kahvaltı öğününu maddi imkansızlıktan dolayı yapamayacağı için akşam olup Sirkeci Üsküdar vapurundan indiğinde bir parça balık, sınırsız ekmeğin 1 TL olmasını avantaja dönüştürür. Geceden hem akşam yemeği hem sabah kahvaltısı ihtiyacını giderir ki ertesi gün öğle yemeğine kadar kursağına birşey girmiş olsun ve karnını tok tutsun. Şirketin öğle yemeği vermesi ise o imkansizliklarda büyük nimettir.

Sait Turen cezaevinden ciktiktan sonra hayat yolculugunda karsilastigi zorluklar ile mucadeleli  bir yaşam sürdürür. İstanbul' daki iş yaşamının yoğunluğundan fırsat bulup  bir bayram öncesi annesini görmeye giderken aracın üç takla atması ile  4 yaşındaki oğlu Orçun' un ayağı kırılır. Küçük çocuğun ayağı 70 gün alçıda kalır. Araba hurdaya verilirken kazadan hiçbir iz kalmaması en büyük sevinci olur..Ve İstanbuldaki iş yaşamını terketmeye karar verir.

............

Sait Türen' in iş tecrübesi bu yazdıklarımla sınırlı kalmamıştır daha fazlası vardır fakat bugüne hızlı bir geçiş yaparak yazıyı burada noktaliyorum. Belki ileride bir gün kitap olarak hayat bulur burada yazmadıklarım. 


Hayat yolculuğunda tüm zorluklara göğüs germiş, zaferini kazanmış güçlü bir karaktere şahit olduk. Evlat, kardes, arkadaş, es, baba, vatandaş kısaca hayatin ona biçtiği tüm rollerin hakkını kişiliğinden ödün vermeden yerine getirmiş bir insanin hayat hikayesine tanik olduk.

Sait Türen ve eşi Gülnur Erdem Türen 


 Bu satirlari yazmama müsaade ettiği ve destek olduğu için ağabeyim Sait Türen' e saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.  


Yazıyı başından beri okuyup şu son satıra kadar gelenlere de ayrica teşekkür ediyorum. Hayatın içinde var olan, ışığını koruyan başka bir hayat hikayesine konuk olmak dileğiyle, 


Sevda 🍀




12 Eylül 2020 Cumartesi

ÜNIVERSİTE EĞİTİMİNDEN MAHPUSLUGA GİDEN HÜZÜNLÜ BİR HAYAT HİKAYESİ - SAİT TÜREN - SARI' 78 Derneğe Sürgün



Fas ' tan merhaba. Bugün doğduğum, büyüdüğüm güzel Mudanya' nin düşman işgalinden kurtuluşunun 98' inci Yıl dönümü.  Aynı zamanda   Kenan Evren'in "Asmayalım da besleyelim mi?" sözünün  hortladigi, tarihe kazınmış kara bir gün. Tezatliklari içinde barındıran bir tarih olsa da bu blog yazısını  paylaşmamın yerinde ve zamanında olduğunu düşündüğüm bir tarih. 

Bu yazının konusu Bulgaristan' dan Turkiye' ye zorunlu göç ettirilmis bir ailenin dramı ve Sait Turen' in hikayesi. Ola ki  Sait Turen ile ilgili hikayenin başlangıcına denk gelmediyseniz  hikaye çok eksik kalır derim. İlk olarak aşağıdaki linkten birinci bölümü okumanızı tavsiye ederim. 

https://sevdajoyful.blogspot.com/2020/08/bulgaristan-dan-turkiye-ye-uzanan-bir_27.html?m=1

Kaldığımız yerden devam diyerek hikayenin derinlerine dalmam ile liseyi bitirmesine rağmen mezun olmadi muamelesi gören yılmayan genç beliriyor karşımda. Aile dostu Ali Uyaner (rahmetle anıyoruz) aracılığıyla Sait Turen, Manisa' nin ilk sanayi kuruluşlarından biri  olan Tek Tarım Römork Fabrikasında işe başliyor. Bir müddet gece nizamiye görevlisi olarak başladığı görevinden satış kadrosuna alınıyor ve Université eğitimi almak istediği için ön kayıt ile Ege Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Makine Tekniği bölümüne kaydını yaptırıyor.

Gündüz  çalışıp, gece eğitim hayatına devam ederken maalesef  ona hiç te uygun olmayan olaylar patlak veriyor, eğitime başladıktan kısa süre sonra üniversitede  sol iç çatışmalarınin içinde buluyor kendini. Gazetede görüp ön kayıt için evraklarını gönderdiği Konya Selçuk Universitesinden sarı bir zarf geliyor. El yazısı ile 'Kazandınız' yazan bu zarfin hayatında büyük  bir değişimin habercisi olacağını hissediyor.


Kisa süre içinde eksik olan evrakları hazırlayıp eğitim hayatı için yabancısı olduğu şehir Konya' ya doğru yola çıkıp  Konya  otogarina vardığında ilk gördüğü kişiye Selçuk Universitesine nasıl gidileceğini soruyor fakat  karşısındaki kişinin Konya' da öyle bir üniversite mi varmış diyerek bilmediğini ima etmesi karşısında şaşırıyor. Adamın  valiligin oraya gidersen öğrenirsin diyerek pirpira binmesini tavsiye etmesiyle rahatlıyor.

Kasım ayının bozkır soğuğu içine işliyor Sait Turen' in. Son durak sesini duyması ile Konya' nin ortasında iniyor ve ilk gözüne carpan CHP tabelası oluyor, üniversitenin yerini sormak için tarihi binanin merdivenlerini çıkıyor. Salonda soba başında sohbet edenlere selam vermesiyle gözler üzerine çevriliyor ve bakışlardan  irkiliyor. Içlerinden birinin üşümüşsundur gel, ısın demesi ile havadaki kasvet bir anda dağılıyor.


Gençlerden biri ile kapıda bekleyen pirpira doğru yoneldikten sonra gencin, sürücüye université önünde indiriver arkadaşı diye bilgi vermesiyle Sait Turen' in yolculuğu tekrar başlıyor. On beş dakika sonra inşaat önüne geldiklerinde sürücü, şu inşaatın arkası üniversite  diyerek oradan ayrılıyor.

Üç katlı bir orta okul binasına iki fakülte sığdırmışlar ve Selçuk Üniversitesi olarak açmışlar diye geçiriyor içinden Sait Türen. Edebiyat Fakultesi öğrenci işlerine gidip, görevlinin masasına sarı zarfı bıraktıktan on dakika sonra Konya Selçuk Universitesinde 004 nolu öğrenci olarak hayatında yeni bir dönem açılıyor.


Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak diye bir deyim vardır. Sait Türen için olay tam da bu şekilde gelişiyor. Zor günlerden geçiyor ve hepsini hızlandırılmış şekilde izliyorum ve universite yıllarından hızlıca geçiyorum. Bir kitap haline getirilmiş hikayeyi paragraflara taşımak  zor diyerek bu bölümü merak edenlere  Sait Türen' in SARI'78 DERNEĞE SÜRGÜN kitabıni  tavsiye ediyorum.


(Daldığım derinlerden çıkıyorum. Kendime sıcacık bir çay yapacağım efendim. Bu arada döndüğümde universite yıllarından Malatya Ceza evinden çıktığı güne isinlanacagimi belirtmek isterim. Bekleyin, geliyorum hemen)

Ve buradayım...

Hüzünlü fakat iyi ki denilen yerde hikayenin içine giriyorum. Karşımda 21 yaşında girdiği ceza evinden 27 yaşında çıkmış,  çevresiz, işsiz, diplomasız, hayatinin geri kalanını kazanmak için ne yapacağını bilemeyen ve aynı zamanda askere gitmesi gereken bir Sait Türen duruyor ve iyi ki dediğim tek şeyin ceza evinden çıkmış olmasi diye düşünüyorum.


(Hikayenin bu can alıcı kısmında gördüklerimi, hissettiklerimi sindirebilmek için ara vermem gerektiğini fark edip bugüne dönüyorum. Söz veriyorum önümüzdeki hafta hikayenin devamını  paylaşacağım ve hep birlikte  Sait Türen ' in hayat hikayesine son defa  konuk olacağız.)

Saygılar,
SEVDA



27 Ağustos 2020 Perşembe

BULGARİSTAN ' DAN TÜRKİYE' YE UZANAN BİR HAYAT HİKAYESİ & SAİT TÜREN


Fas' ın Tanca şehrinden merhaba. Sait Türen' in de dediği gibi "keyifler kekadır " umarım.

Sosyal medya hesaplarımız sayesinde belki de hiç görüşemeyeceğimiz insanlar ile tanışıyor ve güzel bağlar kuruyoruz. Sarı 78 “Derneğe Sürgün ” kitabının yazarı Sait Türen ile yolumuzun kesişmesi de buna
güzel bir örnek.

Bir insanı gerçek manada tanımanın yolu o kişiye nasıl bir çocukluk geçirdiğini sormakla başlıyor. Sari' 78 i okumamla Sait Türen nasil bir cocukluk yasamis merak ediyorum ve soruyorum; Anne ve babasınınh ikayesinden başlayarak anlatıyor. Sanki ben zamanda geriye, o günlere gidiyorum ve anlattığı herşeye tanık oluyorum.

Bulgaristan' dan göçmüş varlıklı iken göç sonrası yoksullaşan* bir ailenin Türkiye' de hayata tutunma çabası beliriyor ilk olarak gözümün önünde. Baba Recep Türen bir akrabanin fabrikasında bekçilik ile evin geçimini sağlıyor. Zehirlenme nedeniyle ikibucuk yaşında olan oglunun vefatı, yoksulluğu sorgulatıyor ve ailesine daha iyi bir hayat sunabilme umudu ile köyden kasabaya yerlesiyorlar.

Fabrikanin tek odalı barınağında devam ediyor hayatları. Bir kızları oluyor. Üç sene bu tek odalı barınakta yaşamayı sürdürüyorlar. Anne de ev ekonomisine katki sağlamak için amcasının evine temizliğe ve yemek
yapmaya gidiyor. Bu zaman zarfında biriktirdikleri ve aileden haklarına düşen bazi gelirleri de ekleyip bir ev satın alıyorlar. Bir oğulları oluyor. Anne ve baba çalışınca büyük ablaya kardeşlerine bakma görevi düşüyor.

Recep Türen fabrikada çalışırken ticarete atılıyor ve hazırladıkları iki üç cesit turşuyu pazarlıyor. Kayın pederinin evine yakin bir ev satın alıyorlar ve Sait Türen bu evde doğuyor.

 Evin yakınında bir bakkal dükkanı açarak mahallenin tek bakkalı olarak hizmet veriyor Recep Türen. İşler yolunda gidince tarla alıyor, beş sene sonra cadde üstünde bir ev satın alıp yola bakan odayı da bakkal dükkanı haline getiriyor. Bu arada bir oğlu daha oluyor fakat dört yaşına geldiğinde evin önünde oynarken kamyon altında kalarak can veriyor...

(Birinin hayat hikayesini dinlerken, okurken sevinci ve acıyı hisseden bir yapım var. Şu satırları yazarken sevindiğim, üzüldüğüm ve gözlerimin dolduğunu söylemek isterim. Sindirmeye çalışma esnasinda ise bu satırı yazmış bulunuyorum. )

Tekrar zaman makinesi ile o günlere ışınlaniyorum. Evladını yitiren anne, çocuğunun vefatından kendini sorumlu tutunca baş ağrıları ve rahatsızlıklar başlıyor. Beraberinde çok fazla ilaç kullanıyor ve evde gerginlik hissedilir boyuta varıyor. Aile zor zamanlardan geçiyor. Recep Türen, sağ bileğinde damar ve sinirleri hasar görecek sekilde bir kaza geçiriyor. Tedavi görüyor ama sonuç alınamıyor... Bu arada ailenin bir çocuğu daha oluyor ve vefat eden ağabeyin ismi yeni doğan çocuğa veriliyor fakat evde gerginlikler halen devam ediyor.Anne, ilac kullanımını bırakamıyor. Recep Türen, evi kisa süreliğine terk edip Bursa' da yaşıyor. Eşine, çocuklarına evine geri döndükten iki sene sonra, 42 yaşında vefat ediyor.

(Çocuklarının vefatlarina şahit olmuş, acısını sindire sindire yasamis ve zorluklara göğüs germiş bir adam ile yazının bu satırında vedalaşıyorum. Çocuklarının yerine geçiyorum ilk başta. En küçüğü 2,5 en büyüğü 18 yaşında beş çocuk... Korkularını, yaşadıkları acıyı, üzüntüyü içimde hissediyorum. Eşinin yerine geçiyorum. "Bu kadar aci cekerek senin acını arttırmış ve canını acıtmış olabilir miyim? Hakkini helal et." cümlesi çıkıyor sanki dilinden. Ruhun şad olsun Recep Türen )

Dayılarinin baskısıyla önce bakkal dükkanına kilit vuruluyor, ardından ortak olunan kamyon ve tarlalar satılıyor. Bu noktaya gelmek icin verilmiş tüm emek, çaba talan ediliyor sanki. Dikiş dikip evin geçimine katkisi olan abla evlenip evden ayrılınca hayat hepten zorlaşıyor.

 Her evde kimine çok ağır bir sorumluluk düşer. O kisi, rolünün hakkını verip o evden ayrıldıktan sonra rol evde bir başkasına geçer. Türen ailesi için durum tam da böyle oluyor. Kasabanın tek doktoru muayenehanede çalışacak bir hizmetli arayınca anne, işe girip evin ekonomisine faydalı olmaya başlıyor. Bilinclendikce (Doktor Recai Ülker’in uyguladığı tedavinin de etkisi ile) yavaş yavaş kullandığı ilaçları bırakıyor.

Sene 1969... Sait Türen' in ortaokula başlaması gereken dönemde dayılari okumasını istemiyor hatta tamircinin yanına verip, tamirci çırağı olmasını uygun görüyorlar. Babasının nakliye işinden ortağı olan Abidin Salman rahmetli arkadaşının çocuklarına sahip çıkıp, Sait Türen' in okumasini destekliyor. Orta okula başladığı ilk günlerde ne olduğunu bile bilmediği TÖS boykotu diye birsey duyuyor ve eve gönderildiğinde (iki olay arasında biraz zaman var) Saruhanlı' da üç öğretmeninin tutuklandığını duyuyor. Okulda tartışan iki öğrenciden birinin gözleri önünde yere yığılmasina ve can vermesine tanık oluyor çocuk gözleri.


1972 senesinde ise Deniz Gezmiş ve arkadaslari idam edildi haberini okuyor. Siyasi görüşlerinin ilk filizlendigi zaman tam da bu an oluyor.

Bir meslek öğrenirse evin geçimine destek olacağı düşüncesi ile sanat okuluna kaydının yapılmasını istiyor fakat Saruhanli lisesine kaydi yaptırılıyor. Dersleri iyi olmasina rağmen istedigi okula gidemedigi icin yaşadığı üzüntü ile okuldan ayrılıp kasabadaki tek camcı ve nalburcunun yanında çalışmaya başlıyor. Her yaz farklı işlerde çalıştığı için zorlanmıyor ve kısa sürede kalfaligi öğreniyor. Nitekim maaş yeterli olmadığı çin bir sene sonra okula tekrar kayıt oluyor.

Lisenin son sınıfında son gün okuldan atılıyor ve bir gün ile İzmir 50. Yil Lisesinden mezun oluyor. Üniversite Sınavında hatırı sayılır bir puan almasina rağmen o sene okuldan mezun olamadı muamelesi görünce üniversiteye kayıt yaptıramıyor...

Burada hikayeyi durduruyorum. Tabi ki devamı gelecek. Uzun olduğu için iki veya üç paylaşım ile yayınlamayı düşünüyorum. Okuduğunuz satırlar sizde nasıl bir his uyandırdı paylaşmak isterseniz yorum kısmında buluşalım.


Sağlıkla kalın,

SEVDA🍀


* Recep Türen, Bulgaristan' da ayan meclis üyesi Sayit Ağanın oğludur ve Bulgaristan' da mürebbiye tarafından büyütülmüş olup, çok naif bir yapisi vardır. Sayit Ağa 1933 29 Ekim'inde Cumhuriyet'in 10.Yıl Kutlamalarına resmi davetli olarak katılmıştır.1935 yılında vefatı ardından Bulgar milliyetçileri aileye ağır baskılar uygulamıştir ve bu baskılar aileyi Bulgaristandan kaçmaya zorlamıştır.

13 Ağustos 2020 Perşembe

HAYATA TUTUNAN KİŞİ BİR İŞE YARADIĞINI BİLİYORDUR.

Gülmek ve hareket etmek yaşam formunun en güzel aktivitesidir diyerek sizleri selamlıyorum. Umarim hayat yolculuğunuzda hersey yolunda gidiyordur. Size çok güzel bir konu ile geldim. 


Karantina sürecinde eşimle tarım üzerine videolar izlerken İstanbul' un Çatalca ilçesi  Binkılıç köyünde potansiyelini kullanan, bilinçli, azimli, çalışkan bir kadının konuşmasına denk geldim  ve imrendim. Hayalleri ve hedefleri icin harekete geçmiş bu kadını  araştırdım. Kendisi ile sosyal medya hesabım üzerinden  iletişime geçtim. 


Ülkemde on beş sene turizm sektöründe hizmet ettikten sonra Fas' a gelip hayatımın külliyen değişmesi,  sadece ev hanımı olarak toplumda var olmak beni her sene biraz  eksiltmisti. Evde olmanin  güzel olduğunu düşünenler olacaktır. Kısmen evet. Uzun yıllar özel sektörde doğru düzgün izin kullanmadan  çalıştıktan  sonra evde olmak detoks gibiydi ama bu hissiyat cok ta  uzun sürmedi.


 Hayatın içinde aktif bulunma isteğimin tetiklendiği şu dönemlerde  sosyal medya hesabıma biraz ara vermiştim. Kızımın okulunun sayfasını takip için hesabımı aktif hale getirince  Nazan Hanım' in mesajlarını gördüm. Bir kaç gün sonra kendisini aradım. İlk telefon görüşmemizdi. Konuşmayı seven bir yapım var ama karşımdaki kişi  benden daha çok konuşmayı seven birisiydi. Sanirim uzun zaman sonra ilk defa  iyi bir dinleyici olmayı başardım.


Neler konuşmadık ki? 

Evde olmanin ev  ekonomisine olan zararindan tutun da ev temiz olsun diye türlü kimyasalı eve sokup, çok fazla kimyasala maruz kalmaya kadar sayısız konu dillendi. Üretmeyen her beyin küçülmeye ve aktif olmayan her insan yaşlanmaya mahkumdu. Fas' ta lojistik sektöründe çalışmaya başladığım ilk iki hafta ne kadar tutuk kaldığımı hatırlayınca sözün doğruluğunu bir kez daha teyit etmiştim. 

(Gerontolog Buse Eski' nin sayfasından alıntıdır. Şenliklere katılmak isteyenler için paylaşıyorum.)

Benim hayalimde  Küba, Japonya ve bir çok ülkeye turist olarak  gitmek varken Nazan Hanım hayal ettiği ve hayata geçirdiği  projeleri ile Küba ve Japonya' da konuşmacı olarak bulunacaktı. Hayal ettiğim hayatı yaşıyorsun Nazan Hanımcım dedim ve güldük.


Emek vererek, tırnakları ile kazıyarak, yetiştirdiği ürünleri pazarlarda satarak, kadınlara tarlalarında  çalışma imkanı sunarak, ev kadınlarıni bilinçlendirme ve üretime dahil etmek için cesaretlendirici konuşmalar yaparak hayatın içinde dimdik duruyor. Tabi ki bunun bir ödülü olmalı.  Bu kadarla da kalmayıp köyün muhtarı olmuş, köy halkına hizmet veriyor. Evdeki yaşlı güzel insanları hayatın içine dahil edip onların yaşama daha sıkı  tutunmasina destekçi olduğunu anlatırken duygulandım. İnsan bir işe yaradığını hissederse hayata tutunur Sevda Hanımcım diyor. 


Telefon görüşmemiz bittikten sonra modum ortaya karışık oluyor. Yirmi dört saatin yetmediği bir insanin karşısında yirmi dört saati doldurmaya çalışan biri olarak duruyorum. Anlatacak kaliteli konuları karşısında sakin ve sade hayatımdan bazı cümleler ile konuşmaya dahil oluyorum. Benim hayallerim nelerdi ve ben bu uğurda ne yapıyordum. Sonuçta kimse tesadüfen hayatımızda bulunmuyordu ve  bu konuşma boşuna  olmuyordu. Tıpkı bu yazıyı benim yazıp senin okuman gibi. Ben hayatımı, hayallerimi, hedeflerimi masaya yatırdım. Haritasıni çıkarıyorum ve yolculuk programımı tekrardan düzenliyorum. Peki ya siz hayallerinize ne kadar yakınsıniz? Hedeflerinize ulaşmak için yolun neresindesiniz? 


Yürekten sevgilerimle,

SEVDA JOYFUL